16 October, 2014
19. Yüzyıl post-empresyonizm akımının önde gelen ressamlarından Fransız Paul Gauguin, aynı zamanda sıra dışı bir ressamdır. Yirmili yaşlarda refah içindeki yaşamını terk eder. Resme ilgi duyar. Sanatçılarla arkadaşlık yapar. Amatörce başladığı uğraşının sonunda resim sanatı tarihinin en ilginç ressamlarından bir olur.
* * *
Bir arayış içindeki Gauguin, 1891 yılında Fransa’yı terk edip Tahiti’ye yerleşir. Bu yeni ülkesinde yaptığı “Kimiz ? Kimleriz biz ? Nereden geliyoruz ? Neyiz? Nereye gidiyoruz” adlı tablosu Gauguin’in (1848-1903) belki de en şaheser eseri…Gauguin’in, 1897-98 yıllarında yaptığı bu resim ABD’de Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nde sergileniyor.
* * *
Gauguin’in 117 yıl önce sorduğu bu soruları insanlar yıllardır hep soruyor. Sorulara verilen cevaplar farklı olabiliyor. Cevaplar kişilere, toplumlara göre, hatta zamana göre değişebiliyor ama soru hep aynı… Kimlik konusu… Kolay veya basit gibi görünen bu konu pek de öyle sanıldığı gibi kolay değil… Çağımızın en başarılı düşensel roman yazarı ve varoluşçuların sonuncusu olarak nitelenen Milan Kundera’nın en bilinen romanı “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”dir. Çek asıllı Fransız vatandaşı Kundera “Kimlik sorunu, insanın kendi varlığıyla karmaşık ve çetin tutumundan kaynaklanıyor” says.
* * *
Kişiyi diğerlerinden ayırmak için herkesin bir bireysel kimliği var. Onun için de resmi makamlarca verilen belgeye kimlik cüzdanı diyoruz. Bu belgede kişinin adı, soyadı, doğum yeri, doğum tarihi, fotoğrafı, imzası ve yeni kimliklerde parmak izi ile diğer bazı özellikleri bulunuyor. Ama kişinin kimliği sadece bu belgede yazılanlardan oluşmuyor. Kişinin kimliği din, dil, etnisite, aile, meslek gibi sayılamayacak pek çok unsurdan oluşuyor. Bunların bir kısmı doğuştan olmasa bile bunlar kişiliğin yapı taşları…
* * *
Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmenler günlük yaşamlarında şöyle sorularla mutlaka karşılaşmıştır… “Nerelisiniz?” or “Nereden geldiniz, geliyorsunuz ?" gibi… “Türkiye” diye cevaplarsınız… Bu kez “Aaa.. İnanmıyorum. Siz Türk olamazsınız… Ben sizi filan ülkeden geldiğinizi tahmin etmiştim” vesaire gibi saçma bir cevap ile tuhaf durumlar da ortaya çıkabiliyor. Önyargılarla bir kişiye bir kimlik yakıştırılmıştır…
* * *
Bazen de soru şöyle olabilir. “Kendinizi daha çok Türk mü yoksa daha Alman mı hissediyorsunuz ?" Benim cevabım her zaman “her ikisi de” olmuştur… Bir denge unsuru gözetip tek tarafa yönelirsem yalan söylemiş olurum. Denge unsuru gözetip duruma göre cevap verenler çıktığına şahit olduğumu da söylemeliyim. Ben ikisi de diyorum çünkü beni ben yapan her iki ülkenin dilini, kültürünü, geleneğini barındırmamdır. Yarı Türk, yarı Alman, French, İngiliz vs olunabilir mi? Bence kesinlikle olmaz… İnsanın kimliği parçalara ayrılmaz. Çeyrek Türk, yarım Alman, çeyrek Fransız bir bütün etmez… Bütünlük her üçünün de harmanlanmasından oluşan bir bütündür… Hiçbirinin dozajı ayarlı olmaz…
* * *
Kuşkusuz bu yazdıklarım kimliğin tarihsel, sosyolojik, bilimsel bir irdelenmesinden çok bir göçmenlik gözlemleri… Çünkü bir göçmenin geldiği ülkeye karşı duyguları asla basite indirgenemez. Aynı şekilde göçmenin yaşadığı ülkeye olan duyguları da daha az karışık değildir.
* * *
Küreselleşmeyle birlikte yaşanan sorunların başında yoksulluk, göç, göçmenlerin gittikleri ülkelerde uyum ve kimlik sorunları geliyor. Küreselleşme ile dünya tek bir pazar dönüştü. Küreselleşmenin aktörleri artık dünyanın en ücra köşelerine ulaşıp mallarını pazarlayabiliyorlar. Bunu yaparken de yerel kimliğe vurgu yaparak bunun büyük bir zenginlik olduğunu işaret ediyorlar ama tüketim kültürü aşılanan insanların artık satın alacak parası kalmayınca bu kez onlara bu tüketim kültürünü aşılayan ülkelere gitmekte ve bu küreselleşmeden pay istemektedirler.
* * *
Küresel aktörlerin olduğu ülkeler genelde bu durumdan yani göçmenlerin gelmesinden pek memnun olmuyor. Kalıcı olarak gelen göçmenlerin bu durumu çoğu zaman kimlik sorununu doğuruyor. Göçmenler kimliğini muhafaza etmek için bazen direngenlik gösterirken, yaşadığı toplum da ona kendi kimliğini dayatabiliyor. Bu durum günümüzde önemli sorunlardan biri olarak ortaya çıkıyor.
* * *
Ortaya çıkan kimlik sorunu kişilerin, grupların veya toplumların hayatını önemli ölçüde etkileyebiliyor. Bu etkileşim çeşitli şekillerde olabilir. Örneğin çoğunluğu oluşturan toplumun için kaybolmamak isteyen göçmen sahip olduğu ve o güne kadar hep yücelttiği kimliğini kaybetmemek, onunla yaşamak için direniyor. Sadece kendisi gibi düşünenlerle bir arada olmak isterken yaşadığı toplumdan kopma tehlikesi içine girebiliyor.
* * *
Diğer bir etkileşimde ise göçmenin ülkesinden getirdiği kimliği, yaşanılan toplumda bir zenginlik olarak olarak görülüyor. Sisteme yavaş yavaş dahil olan göçmen ülkesinden getirdiği kimlik inadından vazgeçiyor. Kimlik çatışmasının sonucu olarak her iki kültürün birbirine değdiği çizgilerde kırılmalar baş gösterip her ikisini de muhafaza eden ikili kimlik doğabiliyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken ince nokta bu iki kimliğin birbirine olan ilişkisidir.
* * *
Göçmenin ikili kimliği konusunda Lübnanlı yazar Amin Maalouf, “Çivisi Çıkmış Dünya” adlı eserinde bir göçmeni anlatırken onun yaşadığı ikili kimlik çatışmasını şöyle yazıyor; “Yabancı ülkeye göç eden birinin, öncelikle kendi ülkesinden göçtüğü unutuluyor genelde. Sıradan bir ayrıntı değil bu, göçmen gerçekten iki kişidir, kendini de öyle görür. İki farklı topluma aittir ve her iki toplumda aynı statüye sahip değildir. Örneğin, sürüldüğü kentte, alt düzeyde bir görevde çalışmaya boyun eğen diplomalı biri, ana yurdunda saygın bir kişi olabilir. Kuzey şantiyelerinde çekine çekine, hep yere baka baka konuşan Faslı bir işçi, yakınlarının arasında döndüğünde gururla kendi dilini kullanabildiğinde, özgüvenli hareketleriyle, yüksek sesle konuşan, tatlı dilli bir hikayeciye dönüşebilir.”
* * *
İkili kimlik konusu yazar Maalouf’un ifade ettiği şekilde tüm göçmenler için geçerli olamaz elbette… Ama kimlik konusu üzerinde pek çok şey yazılmış bugüne kadar… Pek çok araştırma yapılmış… İnsan “Ben kimim ?" sorusunu sorduğu müddetçe daha da yazılacak, araştırılacak. Ama göçmen kimliği açısından bir kez daha altını çizmekte yarar var. Bugün Avrupa ülkelerinde milyonlarca göçmen veya göçmen asıllı yaşıyor. Bunlar dilleri, müzikleri, kültürleri farklı ülkelerden gelmişler. Bunların pek çoğu farklı olduğunu da bir şekilde dile getiriyorlar ama ne kadar direnirlerse dirensinler yarım yüzyılı aşan göç tarihinde ikili kimliğin pençesine yakalanmışlar. Onlar artık ikili kimliklidir. İstanbul Bilgi Üniversitesi’den Prof. Dr.Meyda Yeğenoğlu’nun “Sömürge sonrası dünyada göçmen kimliği” isimli araştırmasındaki ifadesiyle: “Göçmen kimliği ne arkaik ne moderndir, ne geçmişe ne de şimdiye aittir. Bu kimlik ne o’dur, ne de bu’dur, aynı anda her ikisidir.”
Elektronik Posta: hcelikbudak@gmail.com
View full post on InterAjans.nl