EUROPEAN Birliği – Türkiye ilişkileri oldukça sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Katılım müzakerelerinin başladığı 2005’ten sonra ikili ilişkilerde en ağır kriz şu anda yaşanıyor. Daha altı ay öncesinde ‘tozpembe’ olan ilişkilerin 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi sonrası durma noktasına geldiği şu günlerde, gün geçmiyor ki her iki taraftan da bir yönetici bir açıklama yapmasın.
Avrupa Komisyonu’nun geçen hafta Türkiye İlerleme Raporu’nun açıklamasından sonra bir twit gönderen Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Kati Piri, “Verebileceğimiz tek yanıt üyelik müzakerelerinin dondurulması olur” görüşünü kamuoyu ile paylaştı. Tabii arkasından da Türkiye kanadından sert açıklamalar geldi.
AP Türkiye raportörü Kati Piri’ye attığı bu twiti ve AB – Türkiye ilişkilerinin geçmişini ve bugününü sorduk. İşte yazarımız Selamün Yavuz’un sorularını yanıtlayan Kati Piri ile yaptığımız söyleşi.
Siz 2014’den beri Hollanda adına Avrupa Parlamentosu (AP) üyesisiniz ve aynı zaman AP’nin Türkiye raportörüsünüz. Sizi tanımak amacıyla, bu söyleşiye kim olduğunuzu, AP’de siyaset yapmanızın başlıca nedenini ve neden Türkiye raportörü görevini üstlendiğinizi sorarak başlayalım.
37 yaşındayım, Macaristan’da doğdum. Babam 16 yaşında bir mülteci olarak Macaristan’dan Hollanda’ya geldi, Macaristan’daki 1956 ayaklanması sırasında. Nihayetinde babam hayatının geri kalan kısmını Hollanda’da geçirdi. Daha sonra babam Macaristan’da annemi tanıdı ve ben bu ilişkiden doğdum. Netherlands, Utrecht’te büyüdüm. Groningen’de okudum. Şimdi Lahey’de oturuyorum. Büyük bir kentte.
Ve Brüksel’de mesai yapıyorsunuz…
Brüksel’de ve Strasburg’da. Ve bazen İstanbul ve Ankara’ya da gidiyorum. Bu kısaca benim geçmişim. Kıtamızda yarım asır duran ‘Duvar’ın arka tarafında doğduysan, işbirliği yapmanın halklar arasında duvar örmekten daha verimli olacağına inanırsın. Bunun için de Avrupa politikasına özel ilgim var. Bu doğal olarak da benim de geçmişim ve ailemin geçmişi benim bu görevi yapmamın nedeni.
Türkiye ile ilgili ilerleme raporu kısa bir süre önce açıklandı. Okurlara açıklamak amacıyla… Bu rapor, Avrupa Komisyonu (AK) komiseri Hahn’ın sorumluluğunda hazırlandı. Bu raporun hazırlanmasında herhangi bir rolünüz olmadı.
Hayır.
Raporla ilgili ilk tepkiniz üyelik görüşmelerinin dondurulması oldu.
Bu rapora ilişkin bir tepki değildi, Türkiye’de olan bitenlerle ilgili bir tepkiydi. Ama ikisi de aynı.
Önümüzdeki yılın başında sizin hazırlayacağınız raporda bunu gerçekten önerecek misiniz?
Avrupa Komisyonu her yıl Avrupa Birliği’ne aday ülkelerle ilgili bir rapor hazırlıyor ve buna da her zaman siyasi sonuçları ekliyor. Geçmişte Avrupa Komisyonu’nun tavsiyesi her zaman“23. and 24. başlığı açın” was. Bu başlıklar insan hakları ve hukukun üstünlüğü ile ilgili. Avrupa Parlamentosu da geçtiğimiz on yılda tutarlı şekilde bu siyasi sonucu bildirdi.
Raporun üçte biri bu konu ile ilgili. Geçen yılkı raporu okudum, ama bu yılki raporu henüz değil.
Ben de henüz okumadım. Çok uzun, yüz sayfa kadar. Yani bu yıl da yüz sayfada Türkiye’deki durum yazılmış. Dürüst olmak gerekirse hemen hemen her konuda bir yıl öncesine kıyasla gerileme olduğunu görüyorsunuz. Geçen yılki raporda da bir önceki yıla göre gerilemeler olduğunu görüyordunuz. Bu maalesef son üç yılda içinde bulunduğumuz durum ve bu son aylarda daha da hız kazandı. Türkiye yıllar boyu kendi çabasıyla yapıcı oldu. Şimdi hızlı bir şekilde yıkım olduğunu görüyorsunuz. Basın özgürlüğü. Kürt azınlığın parlamentoda resmen temsil edilmesinin ülke için iyi olduğunu düşünüyorum. İdam cezası kaldırılmıştı. Hapishanelerde işkenceler olmuyordu. Ordunun eskisi kadar etkisi yoktu. Siyaset yapan generaller. Öyle çok şeyler yapıldı ki. Bu yapılanların hızla yıkıldığını görmek bazen beni korkutuyor. Biz diyoruz ki… Şu anda Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma siyasi bir mesaj vermemiz gerekir ve bunun‘Kaygılanıyoruz’ şeklindeki basın açıklamasından daha fazlası olması gerekir. Onun için söyledim. Doğal olarak biz her zaman Türkiye’de ne olursa olsun, hükümetle ya da orada kim varsa konuşmak istiyoruz. Turkey, ‘Artık konuşmak istemiyoruz’denmeyecek kadar önemli bir ülke. Ama şu anda Avrupa Birliği’ne üye olmak için birlikte konuşmak… Hiç bir Türk ya da Avrupa yurttaşı bunun gerçekçi bir konuşma olacağına inanmaz. Onun için şunu söyledim. Politik bir sinyal olarak şimdi görüşmeleri dondurmak gerekir.
Türkiyede’ki fikirdaşlarınız tam da bu dönemde konuşmaları devam ettirerek Avrupa’dan yardım bekliyorlar…
Bu açıklamanın Türkiye’deki birçok insana faydası olmadığının farkındayım. Ama bizim öncelikli olarak Avrupa Birliği’nin inandırıcılığı için sorumluluklarımız var. Şu anda 10 parlamento üyesi ve 42 gazeteci hapiste, 130 bin kişiye çıkış verildi. 36 bin kişi tutuklandı. Bunu Hollanda’da nasıl açıklayabilirim? Türkiye ne yaparsa yapsın, üyelik müzakerelerine devam edelim? Bu bir polikacının ve bizim dış politikamızın güvenirliliği ile ilgili. Bu öylesine yapılan bir konuşma ya da anlaşma değil. Hayır, Avrupa Birliği’ne üye olmak için çok ciddi müzakereler. Şu anda bu hükümetle bu müzakereleri sürdüremeyeceğimizi düşünüyorum.
Bunun için konuşmalar durdurulsun mu?
Dondurulsun. Bunun anlamı daha farklı. Ben Türkiye’nin halâ Avrupa Birliği’ne üye olabilmesi gerektiğine inanıyorum. Benim tutumum değişmedi, Avrupa Parlamentosu’nun tutumu değişmedi. Ama görüyoruz ki şu andaki Türk hükümeti kapıları bize kapattı. Buna karşı da bir tepki bu.
15 Temmuz darbe girişimi ilişkilerdeki kırılma noktasıydı. Daha sonra Türkiye’de olanlar da. Biraz da güncel bir konu… Sayın Timmermans’ın geçtiğimiz günlerde sözünü ettiği Amerikan raporunu biliyor musunuz?
Hayır.
Bu açıklamasını neye dayanarak yaptığını sormadınız mı?
Hayır. Elbette sayın Timmermans’la görüşmelerim oluyor, üç ayda bir görüşürüz. Bu açıklamasından sonra onunla görüşmedim.
Sayın Timmermans’ın görüşünü paylaşıyor musunuz?
Onun söylediği, bir görüş değil. Raporlara dayanarak darbenin arkasında Gülen hareketi olduğu sonucuna varmış.
Değişik sorayım. Sayın Timmermans’ın ulaştığı sonucu paylaşıyor musunuz?
Bilemeyeceğim. O kanıtın olduğu raporu ben bilmiyorum.
Türkiyede’ki fikirdaşlarınız, yani Türkiye’deki sosyal demokratlar da darbe girişiminin ardında Gülen hareketinin olduğunu söylüyor. Sayın Timmermans da aynısını söylüyor. İkisine de inanmıyorsunuz
İnanıp inanmamakla ilgili olduğunu düşünmüyorum. İki ay önce bir Türk gazetesine verdiğim demeçte söylediklerim değişik şekilde yazıldı. Neyse. Ben bir ‘denktank’de çalışmıyorum. Analist de değilim. Belki de iki ay önceki demecimde, darbe girişimini Gülen hareketi ile ordudaki hayal kırıklığına uğramış Atatürkçülerin yapmış olmasının muhtemel olabileceğini söylememem gerekirdi. İki ay önceki söylediklerim bunlar. Hükümetin ordudan 1200 kişinin atılacağını itiraf etmesine dayanarak söyledim. Bunun mantıklı açıklaması da, işten çıkarılacaklarını düşünen ve bilen insanların buna bir tepki olarak böyle bir kalkışma içinde olabilecekleri. Ben hiç bir zaman hareketin hepsini zan altında bırakacak şeyler söylemedim. Bakın, Türkiye’deki insanların sanırım yüzde 95’inin darbe girişiminin ardında Gülen hareketinin olduğuna ikna olmuş, çünkü doğal olarak Ergenekon davalarıyla belirli bir tecrübeleri var. Ama şimdi aradan dört ay geçti, henüz davalar başlamadı. O günlerden sonra henüz yeni bir kanıt görmedik. Kanıtlar bağımsız mahkemenin önünde gelmeli. Bir şeyin doğru olup olmadığını ya da muhtemel olup olmadığını söylemek ne siyasetçilere, ne sayın Timmermans’a ne de bana kalmış. Bu bağımsız yargının işi.
Sayın Timmermans’ın açıklamalarını akıllıca bulmuyor musunuz?
Şöyle söyleyeyim. Benim iki ay önceki açıklamam da sonradan akıllıca değildi. Mahkemeler başlamadan ve masaya kanıtlar konulmadan ben hiç bir siyasetçiye darbenin arkasında kimin olup olmadığı konusunda spekülasyon yapmalarını tavsiye etmem. Bir ‘denktank’teyseniz ya da Joost Lagendijk gibi bir analist elbette olanlar hakkında ne düşündüğünü söyleyebilir. Bir siyasetçi söylediğinde sanki bir tarafı seçmişsiniz gibi görünüyor. Yani, sonradan iki ay önceki açıklamayı yapmam…
Yani söyledikleriniz geri alıyorsunuz…
Hayır, geri almıyorum. Bunları söyledim. Bu, o andaki düşüncelerimdi.
Şu anda üyelik müzakerelerinin başladığı 2005’ten bu yana en önemli kriz yaşanıyor. Avrupa’da bu krizi kim yönetiyor?
Doğru konuşmak gerekirse üyelik müzakereleri her zaman Avrupa Komisyonu bürokratları ile Türkiye’de değişik bakanlıklardaki bürokratlar arasında yapılıyor. Belki de bundan dolayı halk bu görüşmelere ilgisiz. Türkiye’de de. Türkiye’ye gittiğimde bazı arkadaşlar soruyorlar… Müzakerelerin yapıldığının hiç farkında değiliz diyorlar. Türkiye’de 10 yıl önce Avrupa büyük haberdi. Ama şimdi müzakerelerin ne durumda olduğu bilinmiyor. Bu elbette Hollanda ve diğer Avrupa ülkeleri için de geçerli. Yani bu teknik bir süreç. Siyasal düzeyde bazı oyuncular var. Konsey, komisyon ve parlamento, hepsinin de kendi düzeylerinde Türk hükümeti ile muhalefet partileri ile ve sivil toplum kuruluşları ile ilişkileri var. Ama şu anda hiç bir ilişkinin iyi olmadığını görüyoruz. Hükümet ile konsey arasındaki ilişkiler kesinlikle iyi değil, iki parlamento arasındaki ilişkiler de iyi değil. Bir yıldan fazladır ortak parlamenter toplantısı yapılmadı. Komisyon da öyle. Geçen hafta raporu yayınladılar ve Türkiye hükümetinin tepkisini göz önüne alırsak, bu diyalog için iyi bir temel değil.
Ama her halûkarda Türkiye ve Avrupa bu krizi aşmak zorunda. Birisinin konuşmaları başlatmak için bir yerde bir ‘açık delik’ bulması gerekiyor.
Buna katkı yapmayı istedim. Bunun için de meslektaşım Elmar Brok ile Ağustos ayı sonunda Türkiye’ye gittim. Bütün yaz boyunca karşılıklı suçlamalar ve gerginliğin arttığını gördük. Düşüncemiz bunun böyle devam edemeyeceği idi. Konuşmamız gerekirdi.
Türk medyasında yayınlanan iddialara göre Ağustos sonundaki görüşmelere sizin katılmadığınız doğru mu?
Hayır, doğru değil. Birlikte Türkiye’ye gittik. İlk randevumuz Sayın Adalet Bakanı ile idi ve bize sadece delegasyonun bir kısmıyla, benimle değil Sayın Brok’la konuşmak istediğini söyledi. Bunun üzerine biz de Türk medyasında iddia edilenin tersine, eğer bu Türkiye hükümetinin görüşüyse ilk uçağa atlayıp geri dönmenin dışında bir şey yapamayacağımızı söyledik. Bunu sayın bakana ilettik. Toplantı yapılmadı, sadece bu bildiri yapıldı. Ama daha sonra yapılan toplantılara katılmama itiraz edilmedi. Değilse yine geri dönerdik. Yani, Adalet Bakanı ile yapılan görüşmeye benim katılmadığım doğru değil.
Sayın Brok da Türk otoriteleri ile görüşmedi mi?
Hayır, bunun kabul edilemez olduğunu söyledi. Bunun anlamı, ‘Bizim ikimizi de kabul etmezseniz, geri döneriz’ said.
Yani Türk medyası bunu manipüle mi etti?
Ve şimdi gündeme getirdiler. İki ay sonra.
Dün akşam görüşmelere katılmanızın yine istenmediği haberini gördüm. Elbette Türkiye’ye girebilirsiniz…
Ama hükümetle görüşmem istenmiyor.
Buna tepkiniz ne olur?
Özellikle çok yazık. Tüm bu olaylar, Türkiye için Hollanda’da daha az anlayışın olmasını sağlıyor. Ama sadece Türk hükümetinden bahsetmiyorum, sanki Erdoğan bütün Türkiye gibi. Yani Türkiye’nin imajı ciddi şekilde hasar gördü. Bunun her zaman Hollanda’daki algılanmaya etkisi var. Bu yüzden özellikle çok yazık. Ben diyaloğa çok hassas yaklaşım gösteren insanlardan birisiyim. Birbirimize katılmasak bile işin içinden çıkmak için izlenecek tek yol görüşmelere devam etmektir. Ne yazık ki, mevcut durumda konuşmayı sürdürmek için uzatılmış bir el kabul edilmiyor.
(Kati Piri ile yaptığımız söyleşinin ikinci bölümü yakında İnterAjans.nl’de yayınlanacak)
© ınterajans - all rights belong interajans the News, used without permission.
View full post on InterAjans