19 December, 2015
VAN ile Türkiye arasında yapılan en son anlaşmada zurnanın ‘zırt’ dediği yer aslında vizesiz seyahat için Türkiye’ye bir tarih verilmesi ve bunun için Türkiye’nin önüne konulan şartlar.
Anlaşmanın bu başlığı Türk yurttaşlarının 2016 sonunda AB’de vizesiz seyahatini amaçlıyor. 35 yıldır süren bu ‘vize çilesi’nin son bulacak olması 2004’te ve 2013’te olduğu gibi yine bizi heyecanlandırdı.
Ancak bunun için AB’nin ortaya attığı tam 72 kriter var!
Bir yıllık bir süreci göz önüne alırsak, Türkiye ortalama her dört iş gününde bu kriterlerden birisini yerine getirmek durumunda.
Türkiye’nin bir yıl içerisinde bu şartları yerine getirmesi mümkün mü? Türkiye’nin hantal bürokratik yapısının yanı sıra bunu mümkün kılmayacak bir sürü sebep var.
72 kriter…
Şartlardan bir kaçını burada sıralayalım.
Pasaportlar değiştirilerek parmak izi içeren biometrik hale gelecek. Bir yıl içinde bunu yapmak mümkün mü? Bunun devlete ve yurttaşa getireceği mali külfet ne olacak? Bunun teknolojik altyapısını AB Türkiye’ye verecek mi?
Uluslararası mülteci hukukuna uyum sağlanması ve mülteci statüsünün belirlenmesi için uzmanlaşmış bir birim oluşturulması. Bu ne demek? Türkiye’nin ‘Mültecilerin Hukuki Statüsüne ilişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni kabul edip imzalaması demek. Turkije, 64 yıldır bu sözleşmeyi imzalamadığı için Türkiye’de yaşayan Irak, Afganistan, Suriye gibi ülkelerin vatandaşları ‘mülteci’ statüsünde değiller; dolayısıyla uluslararası sözleşmelerden doğan haklarını Türkiye yerine getirmek zorunda değildi. 1951 Cenevre sözleşmesini imzalayınca Türkiye’ye gelen sığınmacılar da ‘mülteci’ statüsü elde edecekler; bu statünün getirdiği imkânlardan Türkiye’de yararlanacaklar ve birçok mülteci için Avrupa daha az cazip hale gelecek.
Yasadışı göçün kaynaklandığı ülkeler ile Türkiye’nin geri kabul anlaşmaları imzalaması; yani aynen AB’nin Türkiye ile yaptığı anlaşma gibi. Bu maddenin en son yapılan pazarlıklar sırasında evrilerek geldiği konum ilginç. İki yıl önceki görüşmelerde Türkiye’nin ‘önce ben göç veren ülkelerle geri kabul anlaşması yapayım, sonra AB ile yapılan GKA yürürlüğe girsin’ talebi vardı. Ama varılan en son mutabakatta bu vize zorunluluğunun kaldırılması için Türkiye’nin önüne sürülen 72 şarttan biri oldu.
Şimdi düşünün… Türkiye’ye yasadışı göç en çok Suriye’den geliyor. Türkiye kanlı bıçaklı olduğu Suriye rejimiyle nasıl bir yıl içerisinde geri kabul anlaşması imzalayabilecek? Irak merkezi yönetimi ile hakeza yine öyle. Merkezi yönetim otoritesinin hemen hemen olmadığı Somali’de siz kimi muhatap alıp bir yıl içerisinde anlaşma yapabileceksiniz?
Avrupa’ya göçün durdurulması, kişisel veri koruma mevzuatının oluşturulması, birçok konuda mevzuatın AB mevzuatına uyarlanması, AB kurumları ile işbirliği gibi daha bir çok kriter konusunda AB ile Türkiye arasında mutabakat sağlandı.
Turkije, şüphesiz bu 72 kriterden birçoğunu kısa zamanda yerine getirebilir. Ama yukarıda saydığımız kriterlerin yerine getirilmesi bile yılları alabilir.
Dolaylısıyla bu anlaşmadan Türk yurttaşları adına çıkacak sonuç…
‘Havada bulut, Avrupa’ya vizesiz seyahati unut!’ olur.
Bu anlaşmanın maddi anlamda getiri ve götürüsünü hesap etmek gerekirse… Türkiye’nin bu şartları bir yıl içerisinde yerine getirebilmesi için harcayacağı para zaten 3 milyar Euro’yu geçer.
Vizenin hukuksal dayanağı
Ayrıca birçok hukukçu, Türk yurttaşlarına yönelik vize zorunluluğunun hukuksal dayanağının olmadığını savunuyor.
Bilindiği gibi vize konusunda Türkiye’nin AİHM’ne götürdüğü ve kazandığı toplam 11 dava var. Ki bunların Hollanda’da en bilineni 2009 yılında Avrupa Adalet Divani nezdinde kazanılan ‘Soysal Davası’. Bu davada Avrupa Adalet Divanı, Türkiye ile AB arasında imzalanan Katma Protokol’ün 41/1. maddesinin, hizmet sunmak amacıyla AB ülkelerine giden Türk vatandaşlarına yeni kısıtlamalar getirilmesini yasakladığını kabul etmiş. Schengen Anlaşması ile tesis edilen Schengen vizesinin ek masraf ve külfetler getirdiği gerekçesiyle bu anlamda yeni bir kısıtlama olduğu kararını vermiş. Dolayısıyla Türk vatandaşlarına vize uygulanamaz demiş.
Avrupa hukukuna göre var olan hakkınızı fiilen elde etmek için size dayatılan ek 72 maddelik şartı pazarlıklar sonucu kabul edip mutabakat sağlamak aslında başlı başına diplomatik bir skandal. Bunu bir başarı olarak lanse etmek ise başarılı bir ‘algı’ yönetiminden başka bir şey değil.
Hani AB mülteci sorunu ile baş edemeyince iyice sıkışmıştı ve Türkiye’nin bir dediğini iki etmiyordu?
Tabii burada şöyle bir durum da var.
Hukuken kazandığınız hakkınızı fiilen uygulayabilmek için de ekonomik olarak güçlü ve yaptırım gücüne sahip olmalısınız. Daha önce elde edilen hakların uygulanması için Türkiye’nin önüne ek şartlar getirilmesi, buna göz yumulması ve bunu ‘bir yıl içinde serbest dolaşım’ gibi zafer nidalarıyla servis etmek diplomatik başarısızlığa kılıf aramak ve Geri Kabul Anlaşmasının acilen yürürlüğe girmesi için kamuoyu oluşturmaktan başka bir şey değil.
Bütün bu pazarlıkların ve anlaşmaların perde arkasında AB Türkiye’ye aslında şunu diyor: “Suriye’nin içişlerine karışarak ve muhalif grupları destekleyerek Avrupa’ya göç akınının başlamasına sen sebep oldun. Bizim işimize yarayacak göçmenler burada kalabilir, ama işimize yaramayanları geri göndereceğiz ve sen bu insanlara daha iyi bir yaşam standardı sunarak kabul edeceksin. Avrupa hukukuna göre elde ettiğin serbest dolaşım hakkını da yerine getiremeyeceğin ek şartlar sunarak uygulamıyoruz. Sana, kendi kamuoyunu rahatlatman için 3 milyar Euro verelim, bu iş tatlılıkla bitsin”.
İşte durum bu kadar vahim!
AB ile yapılan Geri Kabul Anlaşması’nın Avrupa’da yaşayan Türk yurttaşları için de olumsuz sonuçları var. Herhangi bir AB ülkesinde yaşayan bir Türk yurttaşı hangi nedenle olursa olsun yurtdışı edildiğinde Türkiye kabul etmek zorunda, dolayısıyla o yurttaşın yaşadığı AB ülkesinde temyiz hakkı gibi hukuki haklarının korunmasının önüne geçilmiş olunacak.
Geri Kabul Antlaşması yürürlükte
Ama Türkiye’nin önüne konulan yığınla şart varken AB ile yapılan Geri Kabul Anlaşması öne çekilerek acilen yürürlüğe girecek.
Uygulamada neler olacak?
AB üyesi ülkelerdeki Türk yurttaşları mahkemelik olduğu durumlarda daha çabuk yurtdışı edilebilecekler ve temyiz haklarını kaybedecekler.
AB üyesi ülkeler, kendi ülkelerinin ekonomisine katkısının olacağına inanmadıkları mültecileri Türkiye’ye geri gönderecekler. Turkije 3. ülkelerle geri kabul anlaşması yapamadığından bu insanlar yıllarca Türkiye’de kalacak. Türkiye’nin sosyal, kültürel ve aile yapısı zamanla değişecek.
Turkije, Avrupa ve kendi ekonomisi için ucuz ve kalifiyesiz emekçi deposuna dönecek. Bu da çalışanların sendikal taleplerinin tırpanlanmasına neden olacak.
Avrupa ise, kendi iş pazarında rekabeti canlı tutmak amacıyla Türkiye’deki ucuz işçi deposundan zaman zaman kendi ülkelerine kontrollü geçişlere izin verecek. Avrupa ülkelerinde de sendikal talepler azalacak.
Bu göç akımı ve Türkiye ile yapılan anlaşma aslında vahşi kapitalizmin egemen olduğu yeni dünya düzeninde büyük bir neo-liberalist kurgunun siyasi ve diplomatik yansımaları.
Bu kurgudan kim kârlı, kim zararlı çıkacak, bunun hesabını siz yapın.
***
Yeni yılda, yeni gündemlerde ve yeni yazılarda sizlerle buluşmak dileğiyle 2016’da barış içinde bir dünyada bütün güzellikler sizlerle olsun!
Elektronik posta: syavuz@kpnmail.nl
Twitter: syavuzt Is
Facebook: www.facebook.com/selamunyavuz
Bekijk volledige bericht op InterAjans.nl