Je suis Lassana, je suis Ahmed

Je suis Lassana, je suis Ahmed

17 Ocak, 2015

SELAMUN YAVUZ JE SUIS LASSANA JE SUİS AHMEDGEÇEN haftaki yazımızın başlığını ‘Je suis Charlie’ koymuştuk, bu hafta da ‘Je suis Lassana, je suis Ahmed’ diyoruz. Çünkü Charlie Hebdo da Ahmed Merabet de teröre kurban gitti; Lassana Bathily ise insanların teröre kurban gitmesine engel oldu.

Geçen hafta Paris’te yaşanan vahşetten sonra yaklaşık 50 dünya liderinin ve sayısı 3,5 milyonu bulan insanın Fransa’da yaptığı yürüyüşe Cumhuriyet’in korunmasının vurgulanması anlamlıydı. Elbette terör de lanetlendi, ama terörün Cumhuriyet için yarattığı tehlikeye özellikle vurgu yapılması tesadüf değildi. Çünkü Cumhuriyet aydınlanmayı, düşünce ve basın özgürlüğü gibi evrensel değerleri ihtiva ediyor. Çünkü Cumhuriyet’in getirdiği değerler 1789’dan beri Fransa’nın olmazsa olmazlarından.

Kimin terörü?

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Şokri, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Gabon Cumhurbaşkanı Ali Bongo, Cezayir Dışişleri Bakanı Ramtane Lamamra ve Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah Bin Zayed’in Fransa’daki yürüyüşe katılımını eleştirdi. RSF Başkanı Christophe Deloirebildirisinde “Kendi ülkelerinde gazetecilerin sesini kısan yabancı ülke liderlerinin uluslararası arenadaki imajlarını iyileştirmek için duygusal bir andan istifade etmeleri kabul edilemez. Kendi ülkelerine döndükleri anda baskıcı politikalarına döneceklerini bilmek üzücü. Basın özgürlüğü avcılarının Charlie Hebdo’nun tabutuna tükürmelerine müsaade edemeyiz” açıklamasını yaptı.

Fransa’daki liderler yürüyüşüne özellikle davet edilmemelerine rağmen Filistin Devlet lideri Abbas ve İsrail Cumhurbaşkanı Netanyahu Fransa’dan gelen telkinlere aldırmadan uçağa atlayıp Fransa’ya gittiler ve o yürüyüşte ön safta yerlerini aldılar.

Türkiye başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun o yürüyüşe katılmasına rağmen, Hollande tarafından ayrıcalıklı işlem görmesi akıllara Türkiye’nin Ortadoğu politikası ile ilgili iddiaları getirdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Filistin’de binlerce insanı katleden İsrail’in Cumhurbaşkanı Netanyahu’nun Paris’teki yürüyüşe katılmasına tepki gösterdi.

Bu ve buna benzer açıklamalar ‘Senin terörün benim terörümden daha şiddetlidir’ anlamına gelir ki, bu da Samuel Huntington’in ‘medeniyetler çatışması’ tezinin farkında olunmadan uygulanması demektir. Şu iyi bilinmelidir ki, terör, nerede, her kim tarafından ve kime karşı yapılırsa yapılsın, bütün insanlık âlemini tehdit altına alıyor.

Soğuk savaş döneminde ideolojik kaynaklı terör, günümüz dünyasında egemen güçler tarafından ‘evrensel toplum mühendisliği’ amacıyla kullanılıyor. Günümüzdeki terör hareketlerinin Ortadoğu ve Afrika kökenli olması ise dünyanın bu bölgelerinde toplumsal aydınlanmanın henüz yaşanmamış, eğitim düzeyi düşük, ürbanizasyon sürecinden geçmemiş ve bu bölgelere hâkim feodal yapıdan kaynaklanıyor. Bir de buna bölgede hâkim olan ‘galeyan kültürü’ eklendiğinde ortaya ‘evrensel toplum mühendisliği’ uygulaması için müthiş bir potansiyel çıkıyor. Son 15-20 yılda yaşanan terör olayları bunlarla ilgili; ne herhangi bir din ile ne de İslamiyet’le.

İslamofobi

Paris’teki terör saldırısının uluslararası boyutunu bir yana bırakalım, bunun yansımaları Avrupa’daki Müslüman toplumuna nasıl olur; bu konuları değerlendirmeye çalışalım.

Avrupa Müslümanları olarak 11 Eylül 2001’deki ikiz kule saldırısının sonuçlarını hep birlikte yaşadık. Bunun en önemli sonucu Avrupa’da kendini gösteren, Müslümanlara ve ibadethanelere karşı yapılan ‘İslamofobi’ dediğimiz sözlü ve fiziksel şiddet olayları. İslamiyet’e ve Müslümanlara yapılan sözlü saldırılar Avrupa yasalarına göre genelde ‘düşünce özgürlüğü’ kapsamına gireceğinden bu konuda yasal bir işlemin yapılması çoğu zaman söz konusu değil.

Dini ibadethanelere yapılan fiziki saldırılarda ise gözle görülür bir artış söz konusu. Son 10 yılda Hollanda’daki 460 İslami ibadethanenin yüzde 40’ının bir saldırıya ya da tehdite maruz kaldığı tespit edildi.

İslamofobinin bir diğer unsuru da Müslümanların hep kendini savunmak durumunda bırakılmaları. Gerek Ortadoğu’daki ISİD vahşeti, gerek Fransa’daki terör saldırısı sonrası Müslümanlara ‘bu olayları kınayın’ telkininde bulunulması bile İslamofobi sonucu Müslümanlara yapılan psikolojik bir baskıdır. Hıristiyan Demokratların (CDA) siyasi lideri Sybrand van Haersma Buma’nın, Müslümanların Fransa’daki terör saldırılarını daha açık ve net bir şekilde kınamaları gerektiği açıklaması talihsizlikten de öte, bu terör olayında ve yapılacak kınamalarda dini referans olarak kabul ettiği anlamına gelir.

Türk kökenli milletvekilleri Tunahan Kuzu ve Selçuk Öztürk’ün, Paris’teki saldırılarla ilgili ‘Hiçbir Müslümanın hesap vermek zorunda değil’ şeklinde yaptıkları açıklama bu anlamda oldukça isabetli.

Evet, bu şiddet olayları da, Afrika’nın ortasındaki vahşet de, kınanmalıdır. Ama bu kınama İslamiyet ve Müslümanlık adına değil, insanlık adına yapılmalıdır. Çünkü böyle cinayetler, vahşetler ne bir dini inanç adına işleniyor, ne de sadece tek bir dine karşı yapılıyor; bu cinayetler bütün insanlığa karşı yapılıyor.

Paris’te yaşanan o dehşet anlarında Ahmed Merabet gibi Müslümanlar da teröre kurban gitti, Malili Müslüman Lassana Bathily de Musevileri terör şiddetinden korumak için kendi hayatını tehlikeye atarak onları bir soğuk hava deposunda sakladı. Şundan emin olmak gerekir ki Lassana Bathily bunu ne kendi inancı, ne de korumaya aldığı o insanların inancı uğruna yaptı; bunu tamamen insanlık adına yaptı.

Zayıf halka

Giderek artan küresel terör ve İslamofobi’den şüphesiz en çok Avrupa’da yaşayan Müslümanlar etkilenecek. Bu zincirin en zayıf halkasını ise Avrupa’da yaşayan Müslüman gençler oluşturuyor. Bir yandan kişisel kimlik arayışlarını kendilerinin ve ailelerinin dini inançlarında bulmaya çalışan, diğer yandan yaşadıkları toplumun etkisiyle bir seçim yapmak zorunda bırakılan, ama aynı zamanda ISİD ve diğer terör örgütleri tarafından etki altına alınmak istenen gençler önümüzdeki süreçte hassas bir yol ayırımına girecekler.

Müslüman gençleri bu bağlamda her türlü terör eylemlerinden uzakta tutmak için izlenecek yol, onlara evrensel değerleri telkin etmek, yaşadıkları toplumla barış içerisinde olmalarını sağlamak, bir din adına şiddet eylemlerinin yapılamayacağını anlatmak ve aydınlanma ve ilerlemenin ancak eğitim, ilim ve bilimle olabileceğini bıkmadan usanmadan bu gençlerin dimağlarına yerleştirmek olacaktır. Küresel teröre müsamaha gösteren en küçük bir yaklaşım, onları bu terör örgütlerinin kucaklarına atmak anlamına gelir. Gençlerimizi teröre kurban etmeyelim.

Ekstremizm ve İslamofobi birbiriyle bağlantılı, birbirini etkileyen ve besleyen, toplum içerisinde ayrışmalara yol açan ve şiddet eylemlerine çanak tutan, dünya barışını tehdit eden toplumsal hastalıklar olarak kabul edilmeli. Bu hastalığın panzehiri ise ırk, din, mezhep ve kültür yerine evrensel değerleri referans alarak tepki göstermektir.

Charlie Hebdo da, Ahmed Merabet de insanlığa karşı girişilen aynı terörün kurbanı. Lassana Bathily de korumaya aldığı Musevileri insanlık adına terör şiddetinden kurtardı.

Geçen hafta ‘Je suis Charlie’ demiştik…

Bu hafta ‘Je suis Lassana, je suis Ahmed’ diyoruz…

 

 

Elektronik posta: syavuz@kpnmail.nl
Twitter: @SYavuzTR
Facebook: www.facebook.com/selamunyavuz

 

© InterAjans – Haberlerin tüm hakları İnterAjans’a aittir, izinsiz kullanılamaz.

View full post on InterAjans.nl