Selamün Yavuz (Hollanda Gündemi) Syriza’nın başarısı Avrupa’yı nasıl etkiler?

Selamün Yavuz (Hollanda Gündemi) Syriza’nın başarısı Avrupa’yı nasıl etkiler?

13 Şubat, 2015

SELAMUN YAVUZ SYRIZANIN BASARISI AVRUPA'YI NASIL ETKILERGEÇEN ay Yunanistan’da yapılan genel seçimlerde Aleksis Çipras’ın başında bulunduğu birleşik sol Syriza Partisi yüzde 37’ye yakın bir oy oranıyla seçimleri kazandı. Bu sonuç Avrupa’da bir siyasi depreme yol açmasa da, bazı taşların yerinden oynayacağının ilk sinyalleri verildi.

Seçimlerin hemen ardından Çipras’ın Panos Kammenos liderliğindeki ANEL partisi (Bağımsız Yunanlılar) ile koalisyon hükümeti kurması Avrupa basınında hayretle karşılandı.

Neden mi?

Çünkü hem seçimler öncesi, hem de seçimlerden sonra Syriza hakkında ‘radikal sol’ algısı yaratılırken, ANEL de ‘aşırı sağ’ olarak tanıtıldı. Radikal sol ile aşırı sağın bir araya gelerek bir koalisyon hükümeti kurması ancak eski dünya düzeni içerisinde hayretle karşılanabilir.

Sağ ve sol kavramlarının dünya siyaset literatürüne girmesi Fransız devrimi ile başlar, soğuk savaş sırasında ise sağ-sol çatışması doruk noktasına ulaşır.

Halbuki…

Soğuk savaş sona ereli çeyrek asır geçti. Bugünün siyasi oluşumlarını soğuk savaşın sağ ve sol kavramları ile değerlendirmek siyasi değişimleri çeyrek asırlık bir gecikmeyle algılamak anlamına gelir. Bu da bizim gerek Yunanistan seçimleri ve sonucunda oluşturulan koalisyon hükümetini, gerekse yeni dünya düzenini anlamamızı zorlaştırır.

Çünkü yeni dünya düzeninde sağ ve sol kavramları yok artık. Bunlar eski dünya düzeninde yer almış ve siyasi misyonunu kaybetmiş kavramlardır.

Pekii…

Yeni dünya düzeni nasıl bir şeydir? Bu düzeni dünya devletlerine yerleştirmek için neler olup bitiyor, hangi dolaplar döndürülüyor? Alt alta sıralayalım:

Vahşi kapitalizm. Bunu biraz açarsak, gelişmekte olan ülke ekonomilerine borçlanma yoluyla pompalanan dolarlar… Bu dolarlarla refah düzeyinin suni olarak yükseltilmesi, altyapı çalışmalarıyla ‘insan odaklı’ anlayışların yerini ‘beton odaklı’ anlayışlara bırakması.

Neo-liberalizm. Kolay sağlanan borçlanma ve kredilerle yeni bir burjuva sınıfının yaratılması. Ve bu sınıfın kendi statükosunu korumak için kayıtsız şartsız muktediri desteklemesi.

Medeniyetler çatışması. Başını Samuel Huntington adında Amerikalı bir düşünürün çektiği bu akımla, sınıf çatışmasının yerini din ve kültür odaklı çatışmalara bıraktığı ya da bırakması gerektiği propagandasının yapılması.

Din algısının değiştirilmesi. İnsanlardaki dini duyguların suiistimal edilerek dinlerin vahşi kapitalizm, neo-liberlizm ve medeniyetler çatışmasının amaçlarına hizmet etmesi sağlanıyor. Bütün dinlerde var olan kardeşlik, paylaşımcılık, eşitlik, ezilenin tarafında olma emirleri, yerini muktedir ve güçlü olanın yanında olmaya bırakıyor. Son yıllarda İslam dünyasında ‘moda’ olan cami’li AVM’ler buna en iyi örnek.

Yani…

Bütün bu döndürülen dolapların dini, iktisadi, siyasi ve kültürel boyutları var.

***

Bu yazıdaki konumuz Yunanistan’daki seçimler ve bunun özellikle Avrupa’ya olası yansımaları olabileceğinden yola çıkarak bu yeni dünya düzeninin siyasi boyutuna derinlemesine bir dalış yapalım.

Yakın tarihini daha iyi bildiğimiz Hollanda’dan birkaç örnek göstererek konunun siyasi boyutunu tarihi bir perspektif içerisinde değerlendirelim.

Fazla iktidarda olmasa bile 1980’li yıllar Hollanda’da sosyal demokrasinin en güçlü olduğu yıllar. Sendikalarla var olan gönül bağı sosyal demokratların gücüne güç katıyor ve halk kitlelerini ayaklandırabiliyor o yıllarda.

Atom başlıklı füzelere karşı o zamanlar nüfusu 15 milyon olan Hollanda’da yarım milyondan fazla insan gösteri ve yürüyüş yapıyor. Tasarruf paketlerine karşı Hollanda tarihinde görülmemiş ölçüde kamu çalışanı grev yapıyor. Lubbers hükümetinin, göçmenlerin aile birleşimini kısıtlayıcı tedbirlerine karşı on binlerce Hollandalı ve göçmen yürüyüşler düzenleniyor.

Hollanda’da refah düzeyinin en doruk noktaya ulaştığı 1990’lı yıllar bir geçiş dönemi olarak tarihte yerini alırken sosyal demokrasi, gelir, bilgi ve gücün eşit dağılımı ilkesini bir kenara iterek savunmaya geçmeye başladı o yıllarda. Böylece sosyal demokrasinin içi boşaldı; vizyonsuz, hedefsis bir ‘sol’ hareket haline gelerek sürekli güç kaybetmeye başladı.

Buna benzer eğilimler Almanya sosyal demokratlarında, Fransız sosyalistlerinde, İngiliz İşçi Partisinde de görülüyor.

***

Oysa…

Vahşi kapitalizm, hep kendine bir düşman yaratarak semizleşip büyümüş ve hâkimiyet alanını genişletmiştir. Soğuk savaş döneminde bu düşman, sosyalizm ve diğer sol akımlar idi. Soğuk savaşın bitmesinden sonra sol akımlar savunmaya geçerken, vahşi kapitalizm ve neo-liberalizm de kendine yeni bir düşman yaratmak durumunda kaldı.

1990’lı yılların başından itibaren toplumda önce bir güvensizlik ortamı yaratılmaya başlandı. Bu dönemde Avrupa’daki bütün liberal partiler programlarına kamu güvenliğini birincil hedef olarak koydular. Güvenlik konusunun kamuoyunda tartışılmaya başlaması bile toplumda bir güvensizlik duygusunun oluşması için başlı başına bir sebep idi. O yıllarda yerden mantar biter gibi özel güvenlik şirketleri (security / veiligheid) ortaya çıktı.

11 Eylül 2001’de ABD’de ikiz kulelerin vurulması sonrasında, o zamanki ABD Devlet Başkanı George W. Bush’un başlattığı ‘War on terror’ ile vahşi kapitalizmin ve neo-liberalizmin kendine yeni yaşam alanları bulması için yeni bir düşman icat edildi.

Evrensel terör hareketleriyle ilgili karşılaştırmalı birkaç rakam verelim:

  • 2000 – 2013 yılları arasındaki 107 bin terör olayının sadece yüzde 5’i gelişmiş ya da gelişmekte olan 34 OECD ülkelesinde meydana gelirken, 95 bine yakın terör olayı diğer ülkelerde meydana geldi.
  • Yılda teröre 18 bin kurban verilirken intihar yoluyla 800 bin, sıtmadan dolayı 630 bin, kanser hastalığında dolayı 7 milyondan fazla insan ve kalp ve damar hastalıklarından dolayı da 17,5 milyon insan hayatını kaybediyor. HIV ve AIDS’ten hayatını kaybedenlerin sayısı yılda 1,5 milyon. (NRC Handelsblad, 7 Şubat 2015)

Topluma salınan terör korkusunun ve terörle mücadelenin ne kadar yapmacık olduğu bu rakamlardan ortaya çıkmıyor mu?

George W. Bush ‘War on AIDS’ dese, daha çok insan canı kurtulmaz mı?

Kurtulur, ama amaç insan canı kurtarmak değil, yeni dünya düzeninde yeni bir düşman yaratmak.

***

2000’li yıllar başladığında vahşi kapitalizm ve neo-liberalizm bir yandan terörle mücadele ederken (!), diğer yandan da sermaye akımında geçici bir değişikliğe gidildi: Başta Meksika olmak üzere Brezilya, Rusya, Hindistan, Güney Afrika, Türkiye gibi ülkelerin ekonomilerine pompalanan dolarlarla bu ülkelerde suni bir ekonomik gelişme ve göreceli bir refah düzeyi oluşturuldu. Bu borçlanma karşılığında kamu yatırımlarını özelleştirme şartıyla milli ekonominin can damarları kesildi. Ekonomisi zayıf AB üyesi ülkeler de borçlandırılarak sıkı denetim altına alındılar.

Bu evrensel gelişmelerle ilgili bilgilerin ışığında…

Seçimlerden sonra birleşik sol hareketi Syriza’nın lideri Çipras’ın ‘aşırı sağcı’ diye nitelendirilen ANEL partisi ile koalisyon hükümeti kurması ancak eski dünya düzenindeki sağ ve sol kavramlarını düşünce sistemlerinden atamayanlar için bir sürpriz olabilir.

Ama aslında…

Çipras ve Kammenos koalisyonu, yeni dünya düzeninin mantıklı bir sonucudur; bu koalisyon vahşi kapitalizm ve neo-liberalizme başkaldırışın siyasi bir simgesidir.

Avrupa’nın güneyindeki bu başkaldırışa İspanya’da Podemos hareketi de destek veriyor. İspanya’da bu yıl üç seçim yapılacak; yerel seçimler, otonom bölge seçimleri ve genel seçimler. Podemos lideri Pablo Iglesias, Kasım ayında yapılacak genel seçimlerden başarılı bir sonuçla çıkarsa, Çipras hükümeti bunu ‘Trojka’ ile yapacağı pazarlıklarda şüphesiz önemli bir koz olarak kullanacak.

Dolayasıyla…

Naçizane öngörülerim şunlar:

  • Yunanistan Başbakanı Çipras, Trojka ile pazarlıklarını İspanya’daki genel seçimlere kadar sürdürecek ve borçların bir kısmının silinmesi ya da geri ödemenin esnek olması için katı tutumunu devam ettirecek.
  • AB içindeki liberal akımlar Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkarılmasını ister gibi gözükecekler, ama bunu asla göze alamayacaklar. Çünkü, Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkmasının maliyeti, borçların bir kısmının silinmesinden daha fazla.
  • Podemos’un genel seçimlerdeki başarısına endeksli olarak diğer güney Avrupa ülkelerinde de (Portekiz, İtalya) benzeri hareketler ortaya çıkacak.

Özetlemek gerekirse…

Syriza ve Podemos gibi yeni oluşumlar, vahşi kapitalizm ve neo-liberalizme karşı yeni dünya düzeninde Avrupa’da ortaya çıkan muhalif akımlar gibi görünüyor.

 

 

Elektronik posta: syavuz@kpnmail.nl
Twitter: @SYavuzTR
Facebook: www.facebook.com/selamunyavuz

© InterAjans – Haberlerin tüm hakları İnterAjans’a aittir, izinsiz kullanılamaz.

View full post on InterAjans.nl