Selamün Yavuz yazdı: Avrupa’nın tarihi ile yüzleşmesi (1): Yaşanan travmalar

Selamün Yavuz yazdı: Avrupa’nın tarihi ile yüzleşmesi (1): Yaşanan travmalar

4 June, 2016

TÜRKLERİN Avrupa’ya göç serüveni 50 yıl önce başladı. Avrupa’da Türkiye’den gelen göçmen sayısı şu anda 3 milyondan fazla tahmin ediliyor.

Avrupa’yı tanımak için mutlaka bu kıtanın geçmişini ve tarihini bilmemiz gerekir.

Avrupa yaşlı bir kıta, ama bunu yalnızca nüfusun yaş ortalamasının yüksek olması anlamında söylemiyorum. Son yüz yılda çok badireler atlatmış Avrupa yorgun. Çünkü Avrupa geçtiğimiz yüz yılda 3 büyük travma yaşadı ve günümüzde hâlâ bu travmaların yaralarını sarmakla meşgul.

Komünizm

Bu travmalardan biri komünizm.

Komünizm, Avrupa’da ideolojik bir rejim olarak 1917 - 1991 yılları arasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve Doğu Avrupa ülkelerinde hayat buldu. SSCB’den bağımsız olarak Adriyatik kıyılarında Tito’nun Yugoslavya’sı ile Enver Hoca’nın Arnavutluk’u da, Karl Marx felsefesiyle sınıf eşitliği ilkesinden yola çıkılarak 1990’lı yılların başına kadar komünist rejimi ile yönetilen ülkelerdi.

Ama bütün dünyada kapitalist ve emperyalist güçlerin çeşitli algı yöntemleriyle hedefi haline getirildi. Bilindiği gibi emperyalist güçlerin en önemli stratejisi, her zaman kendilerine bir düşman yaratarak kendilerinin ayakta kalabilmelerini sağlamak. Bu eskiden de böyleydi, günümüzde de böyle.

Bu yöntemlerle baş edemeyen komünist rejimler, giderayak ülke yönetimlerinde kendi egemen sınıfını yaratmaktan ileriye gidemeyen çelişkili bir yönetim biçimi haline geldi. Yönetici kadroları kapitalist ve emperyalist etkileri elimine etmek için yurttaşlarına karşı baskıcı uygulamalara başladılar, özgürlükleri kısıtladılar, dış dünya ile iletişimi engellediler. Bu baskılar sonucu toplumsal travmalar yaşandı.

Komünist rejimler, kapitalist ve emperyalist etkiye karşı uygulanan baskıcı rejimin toplumsal etkilerini göz ardı ettiler.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği lideri Michail Gorbaçov’un ‘Glasnost’ (açıklık) vizyonu komünist rejimlerde bir kangren haline gelen toplumsal yaralara şeffaflık ve daha çok fikir ve ifade özgürlüğü ile bir çözüm bulmayı hedefliyordu. Bu vizyondan hareketle devlet yönetimi ve ekonomide reformları içeren ‘Perestroyka’ programı hayata geçirildi, ancak başarılı olunamadı.

Aslında geç kalınmıştı.

1982’de Polonya’nın liman kenti Gdansk’ta ‘Dayanışma’ sendikası (Solidarność) lideri Lech Walesa liderliğinde başlayan ayaklanmalarla birlikte komünist rejimle yönetilen Doğu Bloku ülkelerde, daha büyük ve geniş çapta rejime karşı direnişler devam etti.

Doğu Bloku ülkelerdeki toplumsal hareketler sonucu 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı yıkıldı, ardından 25 Aralık 1991’de SSCB dağıldı.

Michail Gorbaçov 20. yüzyılda dünya tarihine yön veren bir lider olarak tarihe geçti, 1990’da Nobel Barış Ödülü’nü kazandı. Ama en son katıldığı Rusya Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı oy oranı yüzde 1 bile olmadı. Bunu da yaşamın garip bir cilvesi olarak not etmek gerekir.

Ama hiç bir Doğu Bloku ülkesi komünist rejimin baskıcı döneminde yaşanan olaylarla yüzleşmedi.

Sömürgecilik

Avrupa’da yaşanan travmaların başında belki de sömürgeci geçmişi gelir. Avrupa sömürgeci tarihi ile de bir türlü yüzleşemedi ve bu hâlâ bir ‘kara kutu’ gibi ortada duruyor. Başta İngiltere olmak üzere İspanya, Portugal, Fransa, Italy, Hollanda ve hatta küçücük Belçika bile Avrupa’nın önde gelen sömürgeci ülkeleriydi.

Burada, Mustafa Kemal önderliğinde kazanılan Çanakkale Zaferi ve Kurtuluş Savaşı’nın aynı zamanda sömürgeci ülkelerin kaybettiği ilk savaş olduğunun altını çizmek gerekir. Bu bağlamda Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı, klasik sömürgeciliğin sonunun başlangıcı olmuştur.

Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kabuk değiştiren sömürgecilik sistemi, sonraki yıllarda dünyanın her bir yanında sömürülen ülkelere bağımsızlıklarını verdi. Bu ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmaları çoğu zaman masa başında yapılan müzakerelerle oldu. Ama zaman zaman da kanlı bağımsızlık mücadeleleri verildi, milyonlarca insanın katledildiği sayısız vahşetler yaşandı.

Bugün bağımsız olan tam 52 ülke Birleşik Krallık’ın (England) sömürgesiydi.

1954 - 1962 yılları arasında sekiz yıl süren Cezayir’in bağımsızlık mücadelesi Fransa devlet literatüründe 45 yıl boyunca ‘Cezayir olayları’ (les événements d’Algérie) diye geçiştirildi.

1948 - 1949 yıllarında Endonezya’nın bağımsızlık mücadelesi sırasında Hollanda silahlı kuvvetlerinin uyguladığı vahşetler daha yeni yeni ortaya çıkıyor.

Ama sömürgeci Avrupa ülkeleri günümüzde hâlâ kendi sömürgeci geçmişleriyle hesaplaşamadılar. Bırakın hesaplaşmayı, sömürgecilikten kazandıkları paralarla kapitalist sistem içerisinde ‘modern sömürgecilik’ diyebileceğimiz bir döngü hayata geçirdiler. Modern sömürgeciliğin temelini ise bütün dünyaya dayattıkları tüketime bağlı liberal pazar ekonomisi ve özelleştirme ile buna bağlı olarak kontrollü sermaye akımı oluşturuyor.

Irkçılık

Avrupa’nın 20. yüzyılda yaşadığı travmalardan bir diğeri ise şüphesiz ‘ırkçılık.’ Irkçılık, Avrupa sömürgeciliğine bağlı olarak ‘Ari’ ırkının diğer bütün ırklardan üstün olduğu tezini savunan, kökü Batı dünyasında ve halen Avrupa’nın en büyük baş belası olan toplumsal bir hastalık.

Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde bir siyahi (Barrack Obama) devlet başkanı, ama 1960’li yıllara kadar ABD’de siyahiler beyazların gittiği okullara gidemiyordu.

Güney Afrika’da 1994’e kadar süren ırkçı rejimin adı ‘Apartheid’ Hollandaca bir sözcük. Elbette bu bir tesadüf değil. Güney Afrika’da ‘Apartheid’ rejimi 1948 yılında Hollanda kökenli başbakan Hendrik Verwoerd tarafından hayata geçirildi.

Güney Afrika’da 1994’te yapılan serbest seçimlere kadar siyahilerin, bırakın beyazlarla aynı toplu taşıma araçlarını kullanmayı ve beyaz öğrencilerle aynı okula gitmeyi, ‘township’ denilen yerleşim birimlerinden dışarı çıkmaları bile yasaktı; yani tam bir esaret!

Avrupa’da ırkçılığın sebep olduğu en büyük felaket elbette ‘deli’ bir liderin yayılmacı olmak arzusuyla başlattığı 2. Dünya Savaşı. Bunun sonucunda bütün dünya ilk kez ‘ırkçılık’ sendromunun neden olduğu büyük felaketler yaşadı; milyonlarca insan aç susuz bırakıldı, fırınlarda yakıldı.

Irkçılığın merkezi Avrupa bırakın ırkçı tarihiyle hesaplaşmayı, 2000’li yıllardan itibaren ‘İslamofobi’ denilen yeni bir toplumsal belayla karşı karşıya.

***

Avrupa’da toplumların, komünizm, sömürgecilik ve ırkçılık sendromları sonucu yaşadığı travmalar, hesaplaşılmadığı sürece taptaze olarak zihinlerde ve beyinlerde kalacak ve yeni travmaların yaşanmasına sebep olacak.

 

Electronic mail: syavuz@kpnmail.nl
Twitter: syavuzt is
Facebook: www.facebook.com/selamunyavuz

 

© ınterajans - all rights belong interajans the News, used without permission.

View full post on InterAjans